Necdet Yılmaz, NEW YORK
Times Square’in gökdelenlerinin üzerindeki dev ışıklı reklam panoları eğlenceli ve modern hayat tarzları sunuyor görenlere. Bunların altında, dünyanın her yerinden gelen insanlar “harikalar diyarı”nın tadını çıkarıyorlar, mağazalarda, sinemalarda, Broadway müzikallerinde… 42. Cadde’nin meydana bakan köşesinde, bir gazino girişini andıran ışıl ışıl metro tabelasının altında ise bir ezan sesi duyuluyor trafiğin gürültüsüne karışarak. Hemen sonra polis barikatının ardındaki yüzlerce kişi, erkekler önde kadınlar arkada olmak üzere namaz kılıyor. Yanlarından geçen şehir turu yapan otobüsün üstündekiler fotoğraflarını çekiyor onların turistik bir atraksiyon sanarak.
Ellerinde Mısır ve Türk bayraklarını taşıyan bu insanlar geçtiğimiz aylarda binlerce yıllık ülkenin ilk demokratik seçimiyle iktidara gelen başkanı Mursi’yi bir darbeyle deviren ve yüzlerce kişiyi katleden General Sisi’yi protesto etmek için buradalar, aileleriyle birlikte. İngilizce ve Arapça olarak “Kahrolsun Sisi”, “Yaşasın özgür Mısır”, “Utan Obama” diye sloganlar atıyorlar. Bir çoğunun elinde darbeye karşı simge haline gelen dört parmağı açılmış el işareti var. “Katliamın yapıldığı yer Rabia Meydanı Arapça’da ‘4 üncü’ anlamına geliyor” diye açıklıyor bir Mısırlı genç bunun anlamını. Bir çok göstericinin taşıdığı Türkiye bayraklarının sebebini sorduğumda “Çünkü Türkiye bizi destekleyen tek ülke” diyor başörtülü genç bir kız. Sözü yanındaki erkek alıyor ve “insanların öldürüldüğü her devlete karşıyız” diyor, “bu Suudi Arabistan’da olabilir, İran da”. Suriye bayrakları taşıyanlar ise “Ortak düşmanımız diktatörler” diye yanıtlıyor burada bulunma sebeplerini. Bazı pankartlarda Amerika’nın darbeci orduya mali ve askeri yardım ettiği yazarken Tayyip Erdoğan’ın Rabia işareti yapan fotoğrafı da yer alıyor Mursi’yle birlikte. Bir kenarda beyaz kefenlere sarılmış sembolik ölüler ve onların yüzleri, vücutları parçalanmış fotoğrafları sergileniyor. Ön sıralarda konuşma yapan bir Türk “Musa’nın yanında, firavunun karşısındayız” diyor ve ardından “Türkiye!” haykırışları yükseliyor. Yoldan geçenlerden başında ve omuzunda değişik renklere boyanmış dört tane kocaman sıçan taşıyan bir adam göstericilere yaklaşıp neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Çevredekiler onun bu haline şaşırmıyor çünkü New York için sıradan görüntüler bunlar. Meydanda fotoğrafını çeken turistlerden para kazanıyor muhtemelen.
Bir süre sonra göstericiler, yanlarındaki polis kontrolünde yürüyüşe geçiyor kaldırımdan 42. Cadde boyunca. Bu sırada reklamcılık yapan bir arkadaşım arıyor telefonla. Yaklaşık bir aydır gece gündüz çalışıyorlar bir kampanya için. “Siz ürünlerinizi satabilmeniz için biz de dünyayı kurtarmaya çalışıyoruz burada” diyorum şakayla karışık. Ortadadoğu’daki yüzbinlerce kişinin öldüğü savaşlarla geçen Bush döneminden sonra Obama iktidara geldiğinde dünya için yeni bir umut olmuştu. Hatta bazı yorumcular Amerika’nın ürünlerini satabilmek için artık ölen değil onları alacak yaşayan insanlara ihtiyaç olduğunu, bu yüzden de dünyaya barışın hakim olması gerektiğini söylemişlerdi. Arap Baharı belki de bunun göstergesiydi. Fakat gelinen nokta işin tam da böyle olmadığını gösteriyor.
Byrant Park’taki ağaçların gölgesinde oturanlara yürüyenler elleriyle “Rabia” işareti yaparak selam veriyor. Ardından Büyük Kütüphane’nin yanından geçerek Grand Central’ın önüne varıyorlar sloganlarla. İş çıkışı olduğu için caddede akşam kalabalığı hakim. Çoğunun en büyük derdi eve yetişmek olduğu için bu göstericilerin ne diye bağırdığını anlamaya çalışmaya bile vakitleri yok. Meyve satan bir sokak satıcısı şeftali uzatıyor göstericilere. Alanlar “şükran” diyerek teşekkür ediyorlar. Yürüyenler arasında rastladığım bir Türk arkadaşımla olaylar hakkında konuşuyoruz biraz. Batı basınının öldürülen binlerce kişiye yer vermediğini, darbenin ardında İsrail’in olduğunu söylüyor. “Yıllardır o kadar çok insan ölüyor ki bölgede artık kanıksandı ve haber değeri bile taşımıyor bunlar” diyorum. Her başarısızlığının arkasında Amerika ve İsrail’i arayan tipik Ortadoğu bahanesi hakkında ise bir şey söylemiyorum artık.
Kalabalık nihayet 2. Avenue’deki Mısır Konsolosluğu’na varıyor. Burada kendilerine ayrılmış bölgede seslerini daha da yükselterek sloganlarına devam ediyorlar. Göstericilerin içinde bir kadın dikkatimi çekiyor. Açık teniyle Arap’a benzemiyor pek. Elindeki pankartta “Türkiye Mısırlı kardeşlerimizle birlikte” yazıyor İngilizce olarak. “Hayır, Türk değilim” diye yanıt veriyor soruma, “elime bunu verdiler, ben de taşıyorum”. “Burada gördüğüm tek Amerikalı’sınız sanırım, neden buradasınız?” diye soruyorum. “Katliamı protesto etmek için” diyor. Adı “Cyren”miş anladığım kadarıyla. A.B.D.’nin olaylara tutumunu soruyorum. “Obama silah yardımını durdurdu” diyor. “Fakat daha önce Mübarek’i de destekliyordu Amerika” diyorum. “Evet” diyor, “Amerika başka diktatörleri de desteklemişti”. İlerleyen sohbetimizde Müslüman olduğunu da söylüyor bir ara. Her şey bir gün Kur’an’ı okumakla başlamış, çok etkilenmiş ve din değiştirmeye karar vermiş. Hatta geçen sene Umre’ye de gitmiş. Bu kararından dolayı yakın arkadaşları çok kızmışlar ona. Ama o mutluymuş. “Hz. İsa Ku’ran’da da var, fakat İslam’a göre o Tanrı değil, bir peygamber sadece” diyor. “Bu gösterinin en güzel yanı kadın katılımının da çok olması” diyorum, “genelde Ortadoğu ülkeleri erkek hakim toplumlar olarak bilinir”. Çevresindeki kadınlara bakıyor, “Aslında başımı örtmeliydim” diyor ve ekliyor “Belki yakın bir zamanda”. O sırada telefonu çalıyor, arayan kızıymış. 23 yaşında ve beslenme eğitimi alıyormuş. “Fakat nasıl olur?” diyorum hayretle, “o yaşta bir kız annesi gibi görünmüyorsunuz”. “53 yaşındayım” diyor gülerek. Onu Türkiye’ye davet edip ayrılırken aklıma Cat Stevens’in “Eğer İslam’ı Kuran’dan değil de müslümanlardan öğrenseydim, eğer Kuran’dan önce müslümanları tanısaydım asla müslüman olmazdım” sözü aklıma geliyor.
Hava kararırken göstericiler hala sloganlarına devam ediyorlar. Kadınların büyük bölümü ise bir araya toplanmış kendi aralarında konuşuyorlar. “Bazen onlarınki dünya sorunlarından daha önemli olabiliyor” diye düşünüyorum içimden. East River tarafındaki ışıklarını yakmış yüksek binaların arkasından ise kocaman bir dolunay yavaşça yükseliyor. Şevval ayının 14’u ya da 15’i olmalı. İslam dünyası takvimlerinde bile anlaşamıyor çoğu kez…