NEW YORK (TURKISH JOURNAL) – Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği yönetim sistemini halk ve devlet desteğiyle demokratik yollarla değiştiren AK Parti Genel Başkanı ve 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yemin ederek, Türkiye’nin yeni hükümet sistemindeki ilk Başkanı oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayal ettiği ancak dönemin şartları ve vefatı nedeniyle gerçekleştiremediği Osmanlı Devleti ve ABD’nin yönetim şekline benzeyen Başkanlık sistemi Türkiye’de 9 Temmuz 2018 tarihi itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında başladı.
Erdoğan böylelikle, Türkiye’nin kurucu Cumhurbaşkanı Atatürk’ün getirdiği yönetim şeklini demokratik şekilde halkın çoğunluğuyla ve devlet desteğiyle kansız şekilde değiştirerek Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki belki de son 70 yılın ve kendisinin en büyük siyasi başarısına ve büyük bir devrime imza attı.
Yeni sistem, hedeflenildiği gibi işlemesi halinde Türkiye’de bürokrasiye darbe indirilerek, yürütmenin daha da hızlandırılması yönünde katkısı olması bekleniyor. Son dönemde göze batan liyakat konusu ve bir takım kandırılmalar sonucunda alınan yanlış kararlar başta olmak üzere tek kişiye bağlı yönetimin doğuracağı zaafiyetlerin Türkiye’yi ilerde telafisi zor durumlara sokma riski de unutulmamalıdır.
Dışişleri başta olmak üzere, tüm kurumlarda liyakata göre haraket edilmemesi, hukukun üstünlüğü, sivil hak ve özgürlükler ile inovasyon konusunda gerekli hamlelerin yapılamaması durumunda, Başkanlık sistemi şekli bir değişiklikten öteye gidemediği gibi Türkiye’yi tehlikeli noktalara taşıma riski de bulunuyor.
Selçukluyu imparatorluk ve büyük bir medeniyet yapanın, sanat, mimari, sağlık ve astrolojide devrinin en ileri medeniyeti haline getirerek adeta rönesansın ilk kez Anadolu’da ilk görülmesini sağlayanın, eğitim ile olayları ince ve esaslı görme yeteneğinin olduğunu unutmamalıyız.
İyi kamu diplomasisi yapılamaması yüzünden uluslararası toplumla yaşanan sorunların daha da büyümesi ve uluslararası camianın Türkiye karşıtlarının isteğine göre şekillenerek Türkiye’nin Irak, İran ve Suriye yerine konma riski de göz ardı edilmemeli.
Bu arada, yerinde bir bürokrasinin güçlü devlette hafıza görevi gördüğünü, zararlı değil faydalı olduğunu ve güçler ayrılığının başarılı bir yönetimin sigortası olarak kabul edilmesi gerektiğini de unutmamak gerekir.
Türkiye için önemli olan; merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın sıkça andığı “ülkenin çağ atlatması”dır; yine merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın sıkça dile getirdiği “Adil düzen” ve “Ağır sanayi”nin kurulmasıdır. Yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla veren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Atatürk’ün gösterdiği “müreffeh medeniyetler seviyesi”ne ulaşma yolunda hukukun üstünlüğü baz alınarak, hızla ilerleyip, teknolojik devrimini yapan kalkınmış bir ülke olunması ve sivil özgürlüklerle birlikte halkın refahının arttırılmasıdır…
Sonuç olarak, Başkan Erdoğan, şansı ve azmiyle birlikte Allah’ın lütfuyla elde ettiği bu tarihi pozisyonu ve emaneti, kendisi ve milleti adına iyi değerlendirme sorumluluğunu tek başına üzerine alırken, FETÖ’nün önünü açma olaylarında olduğu gibi artık hata yapma lüksü de pek fazla bulunmuyor.