NEW YORK – JULİET İNAN – Beş yıl önce, Ara Güler ile bir anlaşma yapmıştım. Yalnız, tek maddeli bu gizli anlaşmadan, Ara beyin haberi yoktu. Anlayacağınız, ‘kendi kendime gelin güvey olmuştum’. Bunun ne demek olduğunu bilirsiniz. Ara Güler’in ne diyeceğini hesaba katmadan, bu anlaşmayı kendi başıma tasarlayıp, uygulamaya koymuştum.
Bomboş, beyaz, çizgisiz bir A4 sayfanın, en üst satırında el yazısıyla yazılmış, madde fakiri bu anlaşma, hiçbir zaman Ara Güler’e verilemedi. Nasıl verebilirdim ki? Minicik harflerin, korkak ve endişeli duruşuyla boy gösterdiği bir madde okutulabilir miydi dünyanın efsane fotoğrafçısına? Ben kimim ki? Hangi cüretle bunu isteyip yapmıştım? Cevabını veremeyeceğim bu anlaşmayı, dört yıl cebimde taşıdım. Defalarca röportaj imkanım olmasına rağmen, görüşemedim. Yeri gelmişken şunu da söylemeliyim. Ara Güler’i görmek zor değildir. Kendisiyle tanışmak isteyenlerin, Beyoğlu’daki Ara Café’ye öğleden sonra gitmeleri yeterlidir. Dört yıl boyunca, yılın bir veya iki aylık zaman diliminde, görüşme sağlayamamış, bunun için de özel bir çaba harcamamıştım. Bu durum, beni hem şaşırtıyor hem de sevindiriyordu. Neden mi?
‘1- Ara Güler son röportajını bana versin.’ diyordum. Bu, anlaşmanın tek maddesiydi.
Cebimdeki anlaşmayı zaman zaman çıkarıp, ‘belki bu yıl’ dediğimde, kendime kızdığım çok olmuştur. Neden böyle birşey istemiştim ki?
Kınalıada Jash’ta kutlanacak doğum günü partisine, davet edildiğim halde gidemeyişimi, Ayvalık’ta yazlıkta olduğu zamanlarda görüşme imkanı bulamayışımı, böbrek yetmezliğinden dolayı diyaliz aletine, haftanın birkaç günü girdiği günlerde yorgun ve bitkin oluşunu hatırladıkça üzülmem gerekirken, seviniyordum.
Yazının ve düşüncenin gücüne inanırım. Bu öyle bir güç ki, size beklemediğiniz bir anda varlığını hissettirir. Son röportajını istediğim Ara Güler de, beni 2018 yılının Haziran ayında hazırlıksız yakalamıştı.
Bir hafta gibi kısa bir süre için geldiğim İstanbul’da, bir arkadaşımla Ara Cafe’de bir araya gelmiştik. Ara Güler’in içerde oturduğundan bihaber, dışardaki enfes ortamın keyfini çıkarıyorduk. Tatlı bir esinti, bunaltmayan güneş, Beyoğlu’nun doyumsuz entellektüel havası, insan seli, sayısız hayatlar barındıran tarihi yapılar, org çalan minik becerikli parmaklardan çıkan notalarla mucizevi anlar yaşatıyordu. Atmosferin efsunladığı bizler, politika, sanat, müzik konuşurken saatin nasıl geçtiğini anlamamıştık. Artık kahve içme zamanıydı.
Kahvemden bir yudum almıştım ki, yıllarca isteyip de, kendisinden kaçtığım kişi, tekerlekli sandalyeyle kafeden çıkıyordu. Ara Güler karşımdaydı ve kovalamaca sona ermişti. Efsane fotoğrafçı bana sobe demişti artık. Kaçışı yoktu ve ben konuşmak zorundaydım. Kendisine doğru yürürken, onun veda edeceğini ve son görüşüm olacağını hissediyordum. Yanına gidip kendimi tanıttım ve röportaj yapmak istediğimden söz ettim. Karşımda, masum ve korunmaya ihtiyacı olan bir yetişkin duruyordu. Zayıflamış, kırılgan ve yorgun bir bedende, renksiz bir gülümsemeyle yanındaki beye ‘ Bak, benimle röportaj yapmak istiyor.’ dedi. Bana kızıp azarlayacağını beklerken, izin almak ister gibi, bu soruyu sormasına şaşırmıştım. Ara Güler, diyalize girdiği için bunun gerçekleşmesi mümkün görünmüyordu. O beyden ‘Biz her gün buraya geliyoruz’ cevabını alınca, ‘Ben de buraya gelir, sizi beklerim, o halde’ dedim. Ara Güler, bana memnun ve sevimli bir gülümseme armağan ederek, kafeden ayrıldı.
İsim ve telefon numaramı bırakıp, biz de kafeden ayrıldık. Görüşmek için iki günüm kalmıştı. Ertesi gün birkaç defa aramış, kafeye gelmediğini öğrenmiştim. Yaşadığım ülkeye dönmeye ise bir gün kalmıştı. O gün, öğleden sonra, bir telefon geldi. Ekranımda ‘Ara Cafe’yi gördüğüm halde açamamıştım. Görüşmeye gitmem gerekiyordu. Ancak, defalarca tekrarladığım bir soru vardı kafamda. Bunu istiyor muydum?
Bu sorunun yanıtını düşünürken, cebimdeki yıllanmış anlaşmayı çıkarıp okudum. Ardından iki avucumun arasında buruşturarak ufacık yaptığım kağıt parçasını, beklemeden çöp kutusuna attım. Artık anlaşmanın bir hükmü kalmamıştı.
Bugün düşünüyorum da, aradan dört ay geçmiş. Fırlatıp attığım anlaşmayı, çöp kutusundan çıkarıp tekrar okudum. O zaman, söz etmeye cesaret edemediğim, buruş buruş olmuş, değersiz anlaşmayı bugün yüksek sesle, kendisine okudum. Hasta yatağında yaptığı el hareketini tekrarlayarak ‘ben ölmedim’ demesini beklerken, ölüm haberinin doğru olduğunu öğrendim.
Bir ayağının kesileceğini öğrenen bir efsane için, kolay mı eksik yaşamak? O ölmedi. Ölmeyi tercih etti. 17 Ekim 2018, Çarşamba günü, sevimli gülümsemesi, hüzünlü bakışları ve yorgun bedeni ile çektiğim fotoğrafı, hafıza defterimin baş köşesine bırakarak, Ara Güler’e hoşça kal dedim.
http://www.turkishjournal.com/2018/10/18/fotografta-turkiyenin-efsane-ismi-duayen-foto-muhabiri-vefat-etti/