NEW JERSEY (TURKISH JOURNAL) – Juliet İnan – Sabaha karşı, nefes kesen duman kokusuyla uyanmak, tam bir kabus. Önce ne yapacağını bilmeden etrafına bakarsın. Ardından, düşünmeksizin, ani bir hareketle yanında yatan, hayat arkadaşını uyandırırsın. Panik ve telaşın kol gezdiği o anda, her şey yabancılaşır sana. Kendini, dışarı atmak istersin. Yaşananların, bir saniye gibi kısa bir sürede olmasına inat, hafızanda delirmişçesine koşuşturan düşünce ve duygular eyleme geçirir, başıboş bedenini.
O gece de öyle oldu. Gecelik, ve pijamalarla dışarıya attık kendimizi. Yaşananlar bir rüyaydı adeta. Gereksiz bir karanlık çökmüştü, hayatımı geçirdiğim sokaklara. Evimiz nurlanmış, anlamsız bir aydınlıkta. Parlak sarı, beyaz, turuncu kimi yerde mavi renklerin saldırırcasına hücum eden gösterisinin tam ortasında… Komşular tatlı uykularında. Sessizliği bozan, kulaklarımızı sağır eten ahşabın çıtır çıtır sesleri. Hiçbir şeye değişmediğim şömine keyfine benzemiyormuş, kulaklarımı isyan ettiren bu korkunç sesler.
Nasıl yani? Evimiz yanıyor mu? İmkansız! Çok dikkatli bir insanım. Nereden çıkabilir bu yangın? İnanılır gibi değil. Mutfak tarafından gelen bu kızgın alevler ne de hızlı yayılıveriyorlar. Çok şükür ki, hepimiz dışardayız. Eşim, oğullarım.. Büyük oğlumun kız arkadaşı da, geceyi bizde geçirmek için doğru bir zaman seçmemiş. Onun için üzülüyorum.
Benim ufaklık nerede? Neden göremiyorum? Sesleniyorum, neden cevap vermiyor? Neredesin? Üst kattaki odasına, erkenden çıkmıştı. Hiç de sevmez bizlerle oturup sohbet etmeyi. Cuma günlerini iple çeker, canım oğlum. Sporunu yapar, dışardan sipariş ettiğimiz pizzasını yer ve keyifle odasına çekilir. On beş yaşındaki bir delikanlıdan da başka bir şey beklenmez tabi. Arkadaşları çok önemlidir onun için. Saatlerce internet karşısında oyun oynar, onlarla sohbet eder.
Korkuyorum! Nerede bu çocuk? Garip bir duygu kaplıyor içimi. Gökyüzüne bakıyorum. Ne de çok pırıltı zamansız ziyaretçiler gibi tepemizde. Her biri göz kırpıyorlar adeta aşağıda duran, benim kararmış varlığıma. Mutfağım simsiyah, katran karası olsa da, her şey güzel görünüyor aniden. Bir mucize yaşamışçasına.. Bir dokunuşla, endişeleri yok eden bir mucize. Gecenin karanlığı mı, yoksa evrenin bir mesajı mıdır bu? Bir tatlı huzur kaplıyor minik bedenimi.
Şaka yapmayı çok seversin. Ama şimdi şaka zamanı değil çık haydi, görün bana, güzel oğlum. Zaman acımasız şu dakikalarda. Geri dönüşü olmayan bir yola girmenin kararında, dalıyorum dumanların karşıladığı evimden içeri. Haydi gel çığlıklarıma! Bak burada, içerdeyim. Korkuyorum biraz, çık artık daha fazla korkutma! Sesimi duymuyorsan ben gelir uyandırırım seni o tatlı uykundan. Korkma! On basamaklı merdivenlerden iki saniyede çıkan ben, şu anda, kaslı kollarımın, çevik bedenimin ihanetine uğramanın acısını yaşıyorum. Çıkamıyorum zorlasam da. Nihayet son basamaktayım! Sesimi hala duymuyorsun canım oğlum. Haydi gel atalım dışarı kendimizi. Göz gözü görmüyor, nefes almak imkansız. Senelerce spor yapan ben, nasıl olur, üç adım mesafedeki sana ulaşamıyorum? Bırakır mıyım seni, acımasız milyonlarca kıvılcımların adi saldırısında yapayalnız? Seni yalnız bırakmayacağımı, söylemez miydim defalarca? İşte yanındayım. Bekle beni bebeğim!
Son basamakta yığılıp kaldım. Gözlerim, odanın kapalı kapısına kitlenmiş bağırıyorum. Duyuyor musun? Kollarım alevlere yenik düşmüş. Bir kabus olmalı! Beni yutmaya and içmiş alevler acıtıyorlar her yanımı. Kalbim duracak gibi.
Yaşama sebebimsin demez miydim sana? Sen yoksan, ben de yokum. Bekle geliyorum canım oğlum!
İtfaiye araçların ve polislerin geceyi yaran acı çığlıkları uyandırdı, sakin kasabanın, sakin sokağında yaşayan komşularını. Bir evin çöküşüne tanık olanlar, korku ve acıyla ağladılar çaresizce. Gün ağarırken, ulusal televizyon kanalları bir haber geçtiler. İki saniyelik haberde, bir annenin oğlunu kurtarmak için kendini alevlerin içine attığını, ancak merdivenin son basamağında yanarak can verdiğini, duyurdu. Yatağında yarı yanık olarak bulunan gencin, üzerine çatının düştüğü bildirildi. İki saniyede iki bedenin yok oluş hikayesi anlatılmıştı. Yangına, çöp kutusuna atılan bir izmaritin sebep olduğu söylendi. Ailede sigara içilmezdi, ancak o gece, yatılı kalan bir misafirleri vardı.
Anne olmak koşulsuz sevmek ve fedakar olmaktır. Bazen de, tereddüt etmeden hayatını feda etmektir. Ben, o evin önünden her geçtiğimde, mahallemde yaşamış o fedakar anneyi hatırlar, yangının o acımasız yüzünü evin yenilenmiş dış yüzünde, çatısında, penceresinde izlerim.