Doç. Dr. Göknur Akçadağ – Nişantaşı Üniversitesi, İstanbul- İstanbul’un fethi neden önemlidir?, II. Mehmed, diğer pek çok kişi başarısız olurken şehri nasıl fethedebildi ve fetih nasıl gerçekleşti? Batı Avrupa güçleri, Osmanlılara karşı Bizanslılara yardım etmede nasıl bir rol üstlendi? Geç Ortaçağ Doğu Akdeniz’in parçalanmış dünyasında din, ticaret ve diplomasi gibi faktörler İstanbul’un fethi sırasında nasıl bir rol oynadı? Bütün bu sorular ve çok sayıda sorular tarihçilerin ilgi duyduğu konular olmuştur. Bunların cevabı Bizans’ın gerilemesi ve Osmanlıların Anadolu ve Balkanlar’daki yükselişinin arka planını anlamaktan geçmektedir.
Osmanlı fermanlarında ‘bemakam-ı Konstantiniye’ olarak da geçen, Müslümanların ‘dar’ul- hilafet’ul- aliyesi’ olan İstanbul, Karamani Mehmed Paşa’nın anlatımıyla, Birçok ulu padişahların fethini istedikleri halde başaramadıkları bir şehirdi. Çünkü bu şehrin, kerkes kuşlarının bile ulaşamayacakları ve kıyamet gününe kadar kalacak şeylerden olduğuna inanılan surları vardı. II. Mehmed, Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasında yer alan İstanbul şehrini almaya kararlıydı. Böylece artık eski kudretinden eser kalmayan ve Türk toprakları içinde yabancı bir unsur olarak kalmış bulunan Bizans da ortadan kalkmış olacaktı. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’i ve Karadeniz’e giden su yollarını kontrol etmek mümkün olabilecekti. Sultan Mehmed’in bu hedefinin üstünde duran Venedikli bir cerrah olan Nicolo Barbaro bir savaş günlüğü tutmuş ve barut çağının ilk büyük kuşatmasına ilişkin açıklamasında barutlu silahların devrimci gücünün önemini vurgulamıştır. Arnold ise, tarihin dönüm noktası iki önemli sürece dikkat çekerek, 1204’teki Haçlı fethinin, Bizans İmparatorluğu’nu parçaladığını ve İtalyan ticari egemenliğini mümkün kıldığını, 1453’teki Osmanlı fethinin ise, İstanbul (kaynaklardaki kullanımı ile: Konstantinopolis)’i büyük bir gücün imparatorluk başkenti konumuna geri getirdiğini söylerken, şehrin tarihsel değişim süreçlerinin odağında yer alan merkezlerden birisi olduğunu söylemektedir.
29 Mayıs’da İstanbul kuşatmasının 54. günü fetih gerçekleşmişti. Şehir, kuruluşundan beri yaşadığı irili ufaklı 28 kuşatmaya dayanmış, 29.sunda pes etmişti. İslam hukukuna göre yağmaya izin verildi fakat üç gün ile sınırlandı. Fakat Sultan Mehmet, şehrin harap olmaması için çaba göstermişti. Avrupa ve Asya arasında yatan şehrin önemini kavrayan Sultan Mehmed, şehri imparatorluğun başkentine dönüştürmek ve şehir nüfusunu arttırmak için çalıştı. Çünkü fetih gerçekleşince zaten azalmış olan nüfusa, korkudan ve yağmadan kaçıp gidenler de eklenmişti. Bu yüzden ilk işi nüfusu artırmak yönünde olmuştu. Vergiden muaf tutulan ve taşınmaz mallar verilen Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Museviler ve diğerlerinin şehirde iskan edilmesi için şartlar oluşturulmuştu. Fetihten önce 60-70 bin kadar olan nüfus, 1478’de 100 bini bulacaktı. 1600 yılına gelindiğinde ise İstanbul, 700 bin kişilik sakiniyle, o dönem Avrupa’sının en kalabalık şehri olmuştu. Balkanlardan getirilen köylüler bağ ve bostanlarda yerleştirilerek şehrin yiyecek ihtiyacı karşılanmış oldu. Şehrin yeniden imarı gerçekleşiyordu.. Yıkılan, tahrip olan şehir tamir görmüş, evler, pazar yerleri ve suyollarının onarımı tamamlanmıştı. Bu arada, 1455’de İstanbul’un 500 yıl boyunca can damarı olacak Kapalıçarşı’nın yapımına da başlanmıştı.
Şehrin zaptıyla, dünyanın en uzun süren imparatorluklarından olan Bizans tarihten silinmişti. Şüphesiz en önemli sonucu budur ve göz alıcı şehrin 1125 yıllık bir Roma-Bizans egemenliğinden sonra, Türk hakimiyetine geçmiş olmasıdır.
Fethin arka planında oldukça kapsamlı bir stratejik tablo vardı. Sultan Mehmed’in siyasi ve askeri mantık yürütmeleri, fethi kaçınılmaz kılmıştı. Fethin siyasi nedenleri arasında, Anadolu ve Rumeli’ye yayılan devletin ortasında bulunan Bizans’ın güvenliği engellemesi ve devletin sınırlarının genişlemesi önünde engel teşkil etmesi de vardı. Aynı zamanda Bizans’ın, Osmanlı devletinin içişlerine karışarak siyasi gerilimlere yaratmaya çalışması, Hıristiyan Avrupa’nın doğudaki son kalesi görünümünde olmasından dolayı Haçlı seferlerinde ileri karakol görevi yapması da fethi zorunlu kılmıştı. Osmanlılar büyük bir güç olmak için sağlam bir ekonomiye sahip olunması gerektiğini biliyorlardı. İstanbul’u almakla, Karadeniz ticaret yoluna, dolayısıyla İpek yolu’na da egemen olmak istemişlerdi. İstanbul’un fethi, Fatih’in saltanatının güçlenmesine ve devamını sağlamasına, yeni fetihler için güçlenmesine yol açmıştı. Fetih aynı zamanda askeri alanda da büyük bir çığır açmıştı. Dünya topçuluğu fetihten sonra dev adımlarla ilerledi. Havan topunun ve makinelerin yağla soğutulması tekniği de İstanbul’un fethi sırasında uygulanmıştı.
Hedeflenen siyasi, askeri, dini ve ekonomik aynı zamanda psikolojik unsurlar yerini bulmuştu. Bu fetihle Anadolu ve Rumeli toprakları kesintisiz olarak birleştirilmiş ve Osmanlı tam bir İmparatorluk konumuna ulaşmıştı. Böylesine büyük idari, ticari ve askeri merkeze sahip olmak, Fatih’in fetihlerinin savunma ve denetimini kolaylaştırmıştı. Kuruluş dönemi sonrası devletin karşılaştığı Timur vakası ile fetret devrini yaşayarak küçülmesi, daha sonra toparlanması sürecinin geldiği son noktada en önemli adımlardan bir İstanbul’un fethiydi. Boğazların alınmasıyla, Karadeniz ticaret yolu egemenliği Osmanlılara geçiyordu. Osmanlıların İslam dünyasındaki öneminin artması da, fethin diğer bir getirisiydi. İslam ordularının defalarca sefer düzenleyip, kuşattıkları, fakat alamadıkları şehir, Sultan Mehmed’in fethiyle bu beklentiyi yerine getirmişti. Fethin gerçekleşmesi ile de Türk-Moğol hakanlık sistemi, İslami hilafet ve Roma İmparatorluk geleneğinden temelini alan düşünce, İstanbul’un fethiyle Osmanlıların kurumsal kimliği haline gelecekti. Böylece Fatih cihanşümul bir imparatorluğun temsilcisi olarak, iktidarını güçlendirmiş ve merkeziyetçi bir devletin kurulabilmesini sağlamıştı. Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık’ın ifadesi ile, bünyesinde Türk-İslam-Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren ‘Osmanlı Padişahı’ ortaya çıkmıştı. İstanbul’da bir taraftan yeni sarayın inşası sürerken diğer yandan Sultan Mehmed, Edirne’de Balkan yarımadasının bütün Hıristiyan güçlerinin, adaların, Trabzon’un, Rodos’un elçilerini kabul ediyordu. Artık Sultan Mehmed ‘Rumeli ve Anadolu’nun büyük padişahıydı’. Görüldüğü gibi Fethin asıl önemli sonucu iç siyasete dönük olmuş ve fetih sonrası uygulamaları Osmanlı Devleti’ni her yönüyle etkilemişti.
Fetihten sonra sadece İslam tarihi açısından değil, Hıristiyanlık tarihi açısından da önemli gelişmeler yaşandı. Osmanlılar, Ortodoksların hem egemeni hem de koruyucusu olmuştu…
Charles A. Frazee, Batıda II. Mehmet’in Bizans Devleti’ni ortadan kaldırdığı gibi Ortodoks kilisesini de ortadan kaldıracağını düşündüğünü, fakat tersi bir durum oluştuğunu, II. Mehmet’in kiliseyi yönetimin bir parçası haline getirdiğini, Türk fethinin, papalığa dostluk eli uzatan imparatorları ilelebet ortadan kaldırarak iki Hıristiyan kilisesini daha da yabancılaştırdığını söylüyor. İstanbul’un 1453’te Türkler tarafından ele geçirilmesinin sonuçlarının 4. Haçlı Seferi’nin sonuçlarına benzediğini söyleyerek, her iki olay da tek bir Grek-Latin Hıristiyan kilisesi görmek isteyenlerin umudunun kırdığı da ifade ediyor.
Fetihten sonra en önemli icraatlarından birisi Fatih’in dini siyaseti ve üç büyük gayrimüslim topluluğa başkanlarını tayin edip, haklar vermiş olmasıydı. Ocak 1454’te Ortodoks kilisesi patrikliğine Gennadios’u atamıştı. Bu girişim Bizans tarihinin son zamanlarına damgasını vuran birleşme girişimlerine son vermek amacı da taşıyordu. Fakat asıl sebep, Fatih Sultan Mehmed’in kendisini sadece Müslümanlarının değil Roma ve Bizans topraklarının da sahibi ve efendisi olarak da görmesiyd,. O’nun safına geçen Fredisonde adlı Yunanlı bir şair şöyle diyordu: ‘Hiç kuşku yok ki siz Romalıların İmparatorusunuz, her kim imparatorluğun başkentinin meşru hakimi olursa, O imparatordur ve Konstantinopolis, Roma İmparatorluğunun başkentidir.’ Daha sonra Galata Cenevizlilerine de bir fermanla teminat verilmiş ve Osmanlı bu tavrıyla, Balkanlarda, Mora, Sırbistan, Eflak ve Güney Arnavutluk’taki Ortodoksların samimi olarak kendi idaresine bağlanmasını sağlamıştı.
İstanbul’un fethinin Avrupa’da bilhassa Papalık, Güney Avrupa memleketleri ve Napoli krallığını dehşete düşürdüğünü fakat eskiden olduğu gibi dini tepkilerin ortaya çıkmadığını görüyoruz. Hatta Sırp, Eflak, Bosna, Mora ve bir kısım Arnavutluk senyörleri elçileri vasıtasıyla fethi kutlamışlardı. Böylece Papa V. Nikola’nın yeni bir Haçlı seferi için sağa sola başvurması da sonuçsuz kalıyordu. Bu yüzden de Papa’nın 30 Eylül 1453 tarihli beyannamesi hemen hemen hiç ilgi uyandırmamıştı. Avrupa’daki genel fikir Papa’nın isteğine karşı gösteriş için de olsa bir Haçlı seferi hazırlığı içine girmekti. Papa öncelikle Macar Kral naibi Jan Hünyad’dan ve Arnavut prensi İskender Bey’den yardım almak istemiş, Alman İmparator III. Frerdik, seferin organizesi için Papa’dan toplantı yapmasını takep etmişti. Fetihle birlikte menfaatleri yara alan Venedik ve Napoli de vaatlerde bulunmuş, Sırbistan’dan kaçmış olan Brankoviç de Papa’nın yanına gelerek onlara katılmıştı. Lakin bu ittifaktan bir aksiyon çıkmamış, Jan Hünyad, İskender Bey ve Brankoviç arasındaki görüşmeler sonuçsuz kalmıştı. Papa’nın Hıristiyan dünyasına savaş vergisi çağrısı bile işe yaramamıştı.
Calixtus’un Hıristiyan Doğu’nun yeniden fethinin gerçekleşmesi için Fransisken misyonerlerini tüm Hıristiyan halk arasında papalığı canlı tutmaları için zorlamış, Türklere karşı ortak harekete geçilmesi için Roma’dan Batı Avrupa’nın Katolik prenslerine mektuplar göndermiş, Uzun Hasan ile de mektuplaşmıştı. 1458’de halefi olarak göreve gelen Papa II. Pius ise, Balkan Yarımadasının 1458 yazında Türkler tarafından alındığına dair raporları alınca II. Mehmet’e karşı harekete geçmenin gerektiğini düşünerek bir plan yapmak amacıyla Avrupa devletlerinin liderlerini Mantua’da yapılacak bir toplantıya çağırmıştı. Papanın girişimleri sonrası yaşanan gelişmeler Batı prenslerinin askerî hareket isteğine kayıtsızlıklarını ortaya koymuştu.
Fransız tarihçisi Fernard Grenard fethin, uzun zamandan beri kaybolmuş bir kimsenin ölüm ilmühaberini, zaten büyümüş olan bir iktidarın da doğum haberini almakla eşdeğer olduğunu söyleyerek, İstanbul’un fethini, ‘Fakat bu formalite, üzgün Avrupalıların gözünde ebedi gibi görünen bir haşmetin yıkılmasını canlandırıyordu…II. Mehmet artık nişanlarının üzerinde –Asiae et Graciae İmparator- ünvanını yazdırabilirdi’ ifadeleriyle değerlendiriyordu. Mehmet Genç ise, İstanbul’un fethinin önemini ve farkını şu değerlendirmesiyle ortaya koyuyordu: ‘Fetihler belki hoş şeyler değil ama, İstanbul’un fethi değişik bir şey. Bir medeniyetin, bir dünyanın bitmesi, başka bir dünyanın başlaması… Burada kimsenin kimseye verdiği bir zarar yok. Burada İstanbul’un fethi tarihin büyük dalgalarından birisi olarak bir tabiat ve kültür değişimi var’.
Fetih, şüphe yok ki can çekişmekte olan Doğu Roma’yı tarihten silmiş, batı dünyasına ufuktaki Müslüman fetihlerinin ayak sesini duyurmuştu. Fakat o dönemde batı açısından tam bir hezimet olarak görülen bu gelişme, aynı zamanda yeni ufukların da kapısını aralamıştı. Şehrin düşmesi ile Batı dünyası doğuya uzanan kolu kesilince, diğer kolu ile yeni bir dünyayı keşfede çıkacaktı. Fetih, dönemin yapı taşlarını dolaylı olarak da olsa değiştirmişti. Fetih ile Güney’in ve Doğu’nun zengin pazarlarına giden yollar da Avrupa’ya kapanmış oluyordu. Oysa yeni yeni baş gösteren ulus devletlerin Doğu’nun zenginliğine ihtiyacı vardı. Batı’nın alternatif ticaret yolları arayışında, İstanbul’un fethi ve Osmanlı’nın yeni fetihlerinin etkisinden bahsedilebilir. Fakat bu zincirleme etkiler, bir süre sonra Osmanlı’yı ticarette aracı konumundan çıkarıp, Akdeniz ve Ortadoğu ticari yollarının rolünün azalmasını da getirecektir.
Sonuç olarak tarihçilerin ifade ettiği gibi İstanbul’un fethi Avrupa ve Yakın Doğu tarihinde çok önemli bir aşamayı temsil eder. Bizans imparatorluğunun sonunu ve Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Balkanlar’da yüzyıllarca süren Osmanlı egemenliğinin başlangıcınını oluşturur. Tarihin sembol şehirlerinden birisi olan İstanbul’un sahibinin kim olduğu elbette önemliydi. Fetihle birlikte Osmanlı artık Avrupa ve Anadolu devlet ve beyliklerini kaygılandıran bir devlet haline gelecek ve Avrupalılar, Türkleri Rumeli’den atma’ girişimlerini uzunca bir süre ertelemek zorunda kalacaklardı. Fetih, yeni bir başlangıcı ve bir kez daha iki kıtaya yayılan geniş bir imparatorluğun başkenti olma vaadini gerçekleştirmeyi sağlayacaktı.