Suriye’de, 6 Maddelik ”Annan planı”, ”Geçiş süreci” çalışmaları, uluslararası toplumun ”Şiddete derhal son verilmesi” talepleri ve Annan’ın yeni ”Yaklaşım”ı gibi insiyatiflere rağmen, ülkede şiddeti durdurmak bir türlü durdurulamadı, hatta daha da arttı. Şiddetin durdurulmasına yönelik gerçekleştirilen barış girişimlerinde bölgedeki çıkarlarından dolayı BM Güvenlik Konseyi’nin Daimi üyesi Rusya bugüne kadar en belirleyici ülke olarak gözükmesine ve kendisinin desteklediği, ABD’nin karşı çıktığı, İran’ın barış görüşmelerinde muhatap alınmasında kendi adına bir ”başarı” sağlamış olsa dahi, uluslararası siyaset arenasında büyük güç kaybına engel olamayacak durumda. Ayrıca, kapalı kapılar ardında uluslararası bir çok dengeyi gözeten, bugünün değil gelecek 20-30 yılın planlarını yapan bir takım güçlerle anlaşmalar yapılmadıysa eğer, Rusya’nın bugünkü duruşuyla, krizin başladığı günlerdeki katı tutumu arasında büyük farklar doğmuştur ve Suriye’deki statükonun korunmasına karşı güce dayanması imkansız görünüyor.
Suriye’deki şiddet olayları ve Annan’ın barış insiyatifinin yaşandığı bugünlerde, ABD’de gündemi, 2012 Başkanlık yarışı belirlemeye başladı. Obama’nın Suriye’de her seferinde karşı olduğunu söylediği savaşa direkt olarak girmesi ihtimal dahilinde görünmese de, Esad rejiminin sona erdirilmesinin ya da kendisine sunulan şartları kabulden başka çaresinin olmadığı bir döneme girildiğini de, ayrıca belirtmek gerekir. Artık bundan sonra Saddam ve Kaddafi vari dramatik bir sona doğru gidip gitmemesi için Esad’ın elinde hala bir fırsat daha var. Ancak bu fırsatı kullanma başarısı ise, olağan üstü bir çaba gerektiriyor ki Esad’ın daha önce verdiği sözleri tutmadığı veya tutamadığı da unutulmamalıdır.
17 bine ulaştığı belirtilen Suriye’deki ölü sayısı ve uluslararası arenada yaşananlar, münferit bir askeri müdehalele ihtimaline işaret etse ve ABD Senatosu’nda da, Esad rejiminin sona erdirilmesi konusunda, eşine çok az rastalanan iki partili mutabakat sağlanmış olsa da, çok ciddi bir kamuoyu oluşmadan Obama’nın seçim öncesi Irak ve Afganistan gibi bir savaşa girmesinin mümkün görünmediği gayet açık. Çünkü ”Değişimci” Obama’nın, siyasi söylemiyle çelişmesi anlamından ve ortadaki tutarsızlığın neden olacağı seçmen üzerindeki negatif görüntüden dolayı, normal şartlarda bir savaştan bahsetmek siyasi teamüllere de ters. Oysa Bosna’da yaşanan katliamların ardından Sırplara hava saldırısı yapan da bir demokrat Başkan Clinton’du ve Suriye’deki durumla ilgili gerek sağlanan iki partili mutakabat notları, gerekse hakim görüş, bugünkü durumun, Bosna’da yaşananlarla benzerlikle içerdiği şeklinde…
Esad’a karşı Senato’da iki partili mutabakat
Suriye’de şiddetin ve sonucunda gelen ölümlerin, Annan’ın devreye girmesiyle kesilmesi ya da azalması yerine daha da artması, ABD Senatosu’nda, ‘’Esad rejimini sona erdirmek için ABD’nin anlamlı bir eylemde bulunması gerektiği’’ konusunda iki partili bir mutbakat sağlanmasına neden oldu. Cumhuriyetçi senatörler, John McCain (Arizona), Lindsey Graham (South Carolina), Marco Rubio (Florida) ve Demokrat Senatör John Kerry ile Bağımsız senatör Joe Lieberman’ın (Connecticut) başını çektiği Senato’daki iki partlili mutabakatta ”bu önemli konuda ABD’nin güçlü liderlik göstermesi” gerektiği not edildi.
BM’de çözümsüzlüğe oynayan Rusya önde gözükse de, ABD’ye karşı Esas oyuncu Çin
ABD içine baktığımızda, Kasım ayına kadar Başkanlık yarışı gündemde önemli bir yer alacak. 2. defa Başkan seçilme derdindeki Obama seçim yarışında, bu çerçevede gittiği Ohio’da, fabrikaları kapanmış, işlerinden olmuş insanlara hitaben ve otomobil sektöründeki zararları, işsizliği hedef alarak, Çin’e karşı önemli bir çıkış yaptı. Obama seçmene yönelik bu önemli çıkışını gerçekleştirmeden önce merkezi Cenevre’deki Dünya Ticaret Örgütü’ne resmi olarak başvurarak Çin’i şikayet etti. Ticaretteki ABD-Çin kapışması bir kez daha su yüzüne çıkmış gibi gözükse de, bu kapışma şimdilik bir noktadan öteye gidemez görünüyor. Ancak yine de Obama bundan sonra Çin’e bindirmeye devam ederek bunu seçim kampanyasının bir parçası yapacak gibi. Çin’in girmek için yıllarca beklediği ve en sonunda 11 Eylül saldırılarının yapıldığı 2001’in 11 Aralık tarihinde girerek güç aldığı Dünya Ticaret Örgütü, ABD’nin en büyük silahı. Suriye’de Rusya’nın önce çıkması konusu ise, Rusya’nın Suriye’yle daha fazla çıkarı ve yakın ilişkisi olması ve BM’de Soyvet refleksiyle davranan Rus Büyükelçi Vitali Çurkin’in olaylara daha vakıf biri olmasından dolayı. Bu nedenle Rusya, Güvenlik Konseyi’ndeki güçlü sesiyle Suriye’nin yıkılmaz kalesi görünüsü veriyor. Ancak Rusya’nın Suriye konusundaki ilk günkü katı tutumunu devam ettiremeyeceği görünüyor. Çünkü ABD’ye karşı gösterilen BM’deki siyasi rekabette, Rusya’nın gücü belirli noktalarda oldukça çok sınırlı. Ayrıca işin ana oyuncusu siyasi olarak renksiz görünmeye çalışan Çin’in ta kendisi. Çin’in emperyal hedefleri gün geçtikçe büyürken, ticari çıkarları gereği ABD’ye karşı oldukça hassas olmasını gerektiriyor. Ayrıca Çin, yine ticari nedenlerden dolayı, BM üyesi ülkelere de ılımlı görünmeye özellikle dikkat ediyor. Bu da içerde çok daha farklı olan Çin’in uluslararası siyaseti oluyor.
Bu ne manzara?
Suriye’deki emperyal hedeflere sahip Rusya ve Çin, bugüne kadar Esad’ın yıkılmaz kalesi görüntüleriyle Suriye’ye her alanda büyük kayıplar verdiriyorlar. Enerji savaşları, ticari-askeri çıkarlar ve Akdeniz’e inme vb bir çok somut nedenleri bulunsa da, Rusya’nın birden bire Esad’ı desteklediğini daha net bir şekilde inkar etmeye başladığına şahit oluyoruz. Hatta Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan Suriye’ye silah satışının olmayacağının sözünü içeren, resmi açıklamalar duyuyoruz. Bir şeyler değişmeye çoktan başladı mı yoksa bu da bir oyunun parçası mı çok net değil malesef.. Öte yadan uluslararası toplumun Suriye için verdiği görüntü ise, neredeyse; ‘tavşana kaç, tazıya tut’ dercesine, ”Savaşma potansiyeli olan eli silah tutanlar başta olmak üzere, daha fazla insan ölsün, bölgedeki tarihi ve kültürel miras talan edilsin. Tarihi ve kültürel miras anlamında Suriye’de bulunan İslam izleri silinsin. Petrol yükselsin, karlar artsın. Binalar yerle bir olsun ki, ülke yeniden inşa olsun. İnsanlara ve büyük firmalara iş çıksın” şeklinde. İlave olarak; ”Suriye’yi geçmişiyle birleştiren bölge ülkelerinin iddiaları, Arapların kendine has çıkarları, Suriye üzerinden su ve arazi hesapları. Batı’nın o bölgedeki Hristiyan toplumun kendine Suriye’de daha iyi konumda bir yer bulması, ülkeye demokrasi gelmesi gibi erken talepleri… Esad sonrası dönem için Suriye’ye gidecek yurt dışındaki yönetici potansiyelli muhalif grupların önde gelenlerinin, şimdiden sipariş alır gibi bir takım yerlerle kontaklar kurarak, arazi kapma, ülke yönetiminde söz sahibi olma ve mevki edinme girişimleri…’’ Malesef ortada bu kadar karışık bir görüntü, komşulara da sıçraması hayal edilen bir yangın var.
Sonuçta, Suriye’deki istikrarsızlık, katliamlar ve buna timsah göz yaşı döken bir çoklarının işine gelirken, ‘İnsan Hakları’nın ayaklar altına alındığı görüntülerle de paralelik gösteriyor. Oysa Putin’in İsrail gezisi, Clinton’un Rusya gezisi, Lavrov’un ağız değişikliği, ülkelerin kapalı kapılar ardında Suriye konusunda anlaştıklarına işaret ediyor. Ancak bu anlaşma Suriye için daha çok kendi milli çıkarları için mi burasını yorumsuz bırakalım isterseniz. Zaman gösterecek.
Bu arada, Libya’da geç, Suriye’de erken davranan, bir uçak provokasyonuyla saldırgan gösterilen, gerçekte ise, elini taşın altına koymuş, 10 binlerce ”sığınmacı”yı ağırlayan, sınıra hastahane kurarak Suriyeli muhliflere tıbbi destek de veren yegan ülke olan ”Türkiye’nin, Suriye’de Libya vari saf dışı edilmeye çalışılıyor”muş izlenimi, kabülü mümkün olmayan ve göz ardı edilemez başka bir görüntü. Dileğimiz, İnsan Hakları başta olmak üzere, bölgede insanlığın yüzüne vuran, ters gelen tüm görüntülerin, hak ve adaletin üstün çıkmasıdır.
Rusya bunu hep yapıyor?
Üstelik de; her gün onlarca, hatta yüzlerce insanın öldüğü Suriye’deki çözümsüzlüğün baş oyuncusu görünen o Rusya değil mi ki, 40 yıla yakın Güney Kıbrıs’ın hamilğini yaparak, silah satarak, çözümsüzlüğe oynadı. Avrupa’yla birlikte Annan’ın Kıbrıs planına hayat şansı tanımamasına oynadı. Rusya’daki en büyük dış yatırımların ‘Güney’den gelmesi bir tesadüf olabilir mi?
Bir oldu bittiyle tüm adaya sahip olmak ve nihai amacı adayı ilhak olan Güney’in kabul edilemez tekliflerle ‘müzakerelere’ gelip, göstemelik uluslararası toplantılara katılması da ülkelerin bu girişimlerinin, dostlar alışverişte görsün türünden manalara geldiğine defalarca o toplantıları izleyenler olarak bizler de yakından şahit olmuştuk.
Sonuç
Ülkelerin uluslararası boyutlardaki siyasi sorumsuzlukları, veto yetkili 5 ülkenin sözünün geçtiği BM’nin anti-demokratik yapısı, daha çok canların yanmasına, adaletsizliklerin uluslararası boyutlarda büyük kalabalıkları etkilemesine devam edecek gibi görünüyor. Yıllardır adından ara ara bahsedilen ancak ciddi bir adımın atılmadığı ‘BM Reformu’ olmadan, dünya sorunlarına adil ve demokratik çözümler beklemek de hayaldan öteye gidemiyor.