Necdet Yılmaz, NEW YORK
Çocukken, annemle birlikte evlerine en çok gitmek istediğim insanlardan biriydi Sıdıka Anne. Çünkü her zaman bize ikram edebileceği Almanya’da çalışan oğlunun getirdiği sütlü çikolatalar ve buzdolabında meyveli gazozu olurdu. Elini öptükten sonra o da beni yanaklarımdan öper, kucaklarken “nasılmış benim uşaam?” diye sorardı, Bulgaristan göçmeni aksanıyla.
Genelde, çiçekli kumaşın örttüğü bir sedirde oturur, sırtını arkadaki yastıklara dayardı. O annemle konuşurken ben de bir yandan gazozumu yudumlar ve arkasındaki duvar halısına bakardım ilgiyle. Bu geyikli, saraylı türden halılardandı ama bunun üzerinde bir dere kenarında koyunlarını otlatan bir çoban resmi vardı. En çok da kucağına almış kuzu hoşuma giderdi. Hep o çobanla birlikte orada olmak ve kuzularıyla oynamak isterdim.
Yıllar önce Sıdıka Anne bizi bıraktı. “Beni camiden kabristana götürürken arabaya koyup yolda ırgalamayın” diye vasiyet etmiş. O yüzden sırtımızda taşıdık onu, kalabalık bir cemaatle.
Geçenlerde Google’da tesadüfen karşıma çıktı Sıdıka Anne’nın halısı. Tabii ki çocukluğuma götürdü beni. Dikkatli baktığımda kafasının etrafındaki halesiyle onun Hz. İsa olduğunu farkettim. Rahmetli Sıdıka Anne’nin bunu bildiğini sanmıyorum. Muhtemelen Almanya’da çalışan ve ona bu hediyeyi getirmiş olan oğlu da bilmiyordu. Onun için sürüsünü otlatan bir çobandı işte. Bilse de, yine de asardı belki o engin hoş görüsüyle.
Bugün Noel. Hristiyan dünyası Hz. İsa’nın doğum gününü kutluyor. Oturduğum mahalledeki evler ışıklarla donatılmış. Daha dindar olanlarının önlerinde kutsal doğumu sembolize eden plastik süsler var; Hz. Meryem, bebek İsa ve kuzular…
Sıdıka Anne, inşallah, halıdaki resimden daha güzel bir mekandadır şu an…