Selçuk Acar, WASHINGTON
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretinde, sadece Suriye konusunu ele aldığımızda, Türkiye’nin tam olarak tatmin olduğunu söyleyememiz mümkün görünmüyor. Açıkcası; ”Kimyasal silahın kullanılması kırmızı çizgidir” diyen Başkan Barack Obama’nın da, Suriye konusunda elinin güçlü olmadığı gerçeği ortada. Özellikle ziyaret döneminde gündeme damgasını vuran, Bingazi, AP ve IRS krizleri iç siyasette, Obama’nın askeri bir operasyonu ABD kamuoyuna satma imkanın ne kadar güç olduğuna işaret etti. Zaten Obama’nın, askerlerin sahada olmadığı ve Kongre’de en hızla büyüyen lobiye sahip insansız hava araçları ”drone”ları bir kenera bırakacak olursak, askeri operasyonlara, karşı çıkan görüşü de, aşikar. Ayrıca gerek John McCain gibi bölgeyle yakından ilgilenen kıdemli Cumhuriyetçiler olsun, gerek, Demokrat partideki güçlü isim Bill Clinton gibi liberal isimler de müdehale yerine muhaliflere silah verilmesi başta olmak üzere destek verilmesinden yanalar. Tıpkı Libya’da şahit olduğumuz gibi… Daha fazla bölgede daha fazla yerle bir olan binalar, katliam ve insanların kaybolan gelecekleri…
Kanımca, Türk heyetinin Washington’a gelirken oynanan uluslararası diplomatik satrançta; Mavi Marmara’yla kanlı-bıçaklı hale gelinen İsrail’le Türkiye’yi müttefik konumuna sokan Suriye’nin, köklü tarihi, kültürel ve dini yapısı ve coğrafik konumunun dışında, hiçbir ekonomik zenginliği bulunmayan ”piyon” pozisyonu üzerinden, Şah konumundaki İran’a karşı oynanan oyunda tavrını belirlemiş olup olmaması, bir gün sıranın kandırılmış Kürtler ve/veya DEAŞ üzerinden ister istemez kendine de geleceğini bilmesi, ikili görüşmelerin sonucunu etkileyecek önemli bir konuydu.
ABD’nin sırf bu nedenle, Obama yönetiminin Afganistan, Pakistan ve bu bölgelerde aşırılıkla mücadele başta olmak üzere bir çok konuda Rusya’ya ihtiyacı olması ve işbirliği yapma isteği yüzünden ya da daha da üst hedef olan ve hatta “kırmızı elma” niteliğindeki Türkiye’nin güneyindeki bölgeyi başka piyonla, sözde Kürt devleti eliyle koparma ve ardından bu piyonu da gözden çıkarıp, ana hedefe ulaşma planları yüzünden, Suriye’de verdiği “kırmızı çizgi” sözüne rağmen sessiz kalıyor olabilir. Nobel’in daha başkanlığının başında Barış Ödülü verdiği Obama, Afganistan’daki ve Pakistan’daki “drone”lu savaşına rağmen, savaşlarla anılmak istemediği için ABD’yi sıcak savaşlara sokmamaya özen gösteriyor. Libya’daki gibi bir çok farklı ve tehlikeli grupları kullanarak, bir takım ihalelerle, durumu kurtarmaya niyeti de gayet aşikar görünüyor.
Türkiye’nin Suriye bakışıyla, ABD’nin Suriye bakışının, ABD’ye teyit ettirilen Esed’in gitmesi, muhaliflerin desteklenmesi ve bilgi paylaşımında ABD’yle hem fikir olunması dışında, bazı farklılıklar gösterdiğini kabul etmek ve bu konuda Türkiye’nin görüşleri dışında gelişen bir takım dengelerin olduğunu görmek zorundayız. Bu konudaki en alıcı nokta ise, Esed rejiminin Kaddafi gibi askeri operasyonla yıkılması konusunda, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton döneminde dillendirdiğim, Rusya’nin görüşünü benimseyip, Rusya’yla hemfikir olmak zorunda kaldığı görüntüsünün daha aylar öncesinden verildiğidir.
Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti ayrıca, BM’nin Suriye konusunda çıkarabildiği kararda da olduğu gibi, Suriye’de uzun soluklulu bir çözüm olan ”siyasi geçiş süreci”nde, Türkiye’nin bazı ülkeleri ikna etme rolünü üstlenmesine neden oldu.
Suriye’deki krize çözümde; gerek Obama’nın ”kırmızı çizgi” açıklamasının, gerek Erdoğan’ın ”ipe un serme” sözlerine nispet eden ”Cenevre süreci”ne kalındığını gördük. Hatta ilerde bu 2. Cenevre’nin de bizzat Rusya tarafından sürüncemede bırakılması dahi sözkonusu. ABD ve Türkiye’nin, bilgi paylaşımı, muhaliflere destek verme ve Esed’in gitmesi konusunda, BM Güvenlik Konseyi’nde onun arkasında duran Rusya ve Çin’in de sürece dahil edilmesi gerçeğiyle yüzleştiği ortaya çıktı. Bu yüzden de, Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Katar, Sudi Arabistan, Rusya gibi ülkelere ziyaretler gerçekleştirebileceklerinden bahsediliyor.
Amerika gündemi Bingazi, AP ve IRS skandalı’yla sarsılan bir döneme gelmesi ve bunların etkisiyle büyük baskı altıda bir Başkan olması, ziyareti gölgede bırakır gibi görünse de, şunu bir kez daha görmek zorundayız ki; dost da olsan, akraba da olsan, kız alıp versen de, ABD’de işleyen sistem, bu ülkenin derin menfaat ve ilişkileri, siyasi denge ve gündemi etrafında dönüyor.
Rusya’da ise bu, güvenlik ve diplomaside, soğuk savaşının Doğu kutubu Komunist Sovyetler refleksi olarak göze batıyor. Uzun süreler ve büyük mücadeleler sonucunda Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilen Rusya’nın bölgesel ve uluslararası ticareti açısından ise, uluslararası ilişkilerde bir çok yerde ABD’yle işbirliği içindeki bir ülke refleksini göz ardı edemeyiz. Tıpkı KKTC sorunun çıban başı olduğu, Güney’in tanınmaması için ABD’yle aynı görüşü paylaştığı gibi… ABD’nin Rusya’yı bir çok açıdan yerine göre Türkiye’den daha fazla önemsemek zorunda kaldığı gerçeğini görmek zorundayız.
Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle bir kez daha anladığım bir konu da, daha önce de ifade ettiğim üzere, ABD’nin Suriye konusunda bir askeri operasyon niyetinin olmadığı, olsa olsa Esed’in gitmesi konusunda Türkiye’yle bir fikir birliği içinde görünmesidir. Bu süre zarfında da Suriye, yeniden inşaa edilmek üzere, gerek tarihi ve kültürel yapılar olarak, gerekse de insanlık olarak yerle bir edilirken, BM’nin KGB döneminden kalma büyükelçisi Vitali Çurkin’in sorunun çözümünün yıllar alacağı gerçeğinin bir kez daha su yüzüne çıkmasına neden oldu.
Gelişmeleri bazıların inandığı hayal ürünü Arap Baharı ile açıklanamaz. Libya’daki gerçekelerle Suriye’deki gerçekler çok farklı ve oynanan oyunlar ve denklemler de farklılıklar gösteriyor.
Bu yüzden hep söylüyoruz, bir kez daha söyleyelim, Türkiye sadece hükümetiyle değil, muhalefeti ve medyasıyla da dersine iyi çalışmalı. Bu konuda, güçler arasındaki kopuklular giderilmeli. Türkiye’de bu konuda bir sistem ve standard olmadığı için, bu konunun, gerek muhalefetin, gerekse medyanın sorumluluk bilinci, samimiyet ve çapıyla direk ilgili olduğunu tekrarlamak zorundayız.
Türkiye, bir zamanlar vilayetleri olduğu bu bölgelerde, hatta neredeyse karşılıklı sınırlarını kalkmayı görüştüğü bu bölgedeki istihbarat çalışmalarından tutun da, güvenlik ve diplomasi açısından, halkı doğru bilgilendirmek, dezinformasyon ve provokasyon gibi bir çok açıdan olayı, daha derinlemesine ele almak zorundadır. Çünkü Suriye’de çıkarılan ve adına ”bahar” denilen, Esed’in de bu olaydan sebeplenmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğü ”suni” savaşı, birileri içerdeki ”hain” denecek ”ithalaçılar”ı da kullanarak, Türkiye’ye ihraç etmeye çalışıyor.
Son olayları iyi okuyan Türkiye hükümetinin bundan sonra gerek BM’de, gerek Washington’da ve bu konudaki diğer köşe taşı ülkelerdeki diplomatik temsilcilikleriyle, soruna daha da yoğunlaşmak, tüm detayları takip etmek zorundadır. Bunu, en azından sorunun iyi analizi ve çözüm konusunda doğru adımların atılabilmesi için yapmalıdır…
Suriye gerçeği, twit atmaktan veya ”timid” (çekingen) olmaktan olayların nabzını iyi tutamayan bazı diplomatlarımızın, merkeze daha doğru bilgi ve doğru raporlar vermesinin gereğini bir kez daha ortaya çıkardı. Bu gerçeğe paralel, en azından bundan sonra, dışişlerinden, güvenlik makamlarına, hatta muhalefeti ve medyasına kadar, herkesin sorumluluğunun bilincinde olmak zorunda olduğunu hatırlaması ve sınır ötesi krizin gelecekte gündemimizde çok daha fazla yer alacağının unulmamalı. Üzerinde bir o kadar çok ve daha titiz çalışılması gerekiyor.